ZAMANIN YÜKÜ
Bu koşuşturmanın içine insanlar da dahil oldu, çocuklarda. Timur’da koşarak girdi içeriye. Ninesinin dizlerinin dibine çöktü. Yağmur saçlarını ıslatmış, tutam tutam ayırıp alnına yapıştırmıştı. Ninesi saçlarını okşadı.
Çok severdi ninesini belki ilk öğretmeni belki ilk sırdaşıydı. Üzerini değiştiler ilk sıcak sobanın yanına geçtiler. Ninesi bağrına basıp kokladı, Timur’u. Sanki yağmurun yabancı kokusunu çekti içine. Yağmurun geldiği diyara geldiği özlemi vardı. Şu “Uzaklar” denen yere.
Sobadan çıkan ses Timur’a huzur verirdi; yağmur sesi de, bir de ninesinin onu koklayarak sarılması. İçi erirdi o öyle sarılınca, yükü hafiflerdi. İmkânsızı başarır, bulutlara çıkardı.
“Omuzlarım ağrıyor nine.” Dedi Timur. Ninesi onu incitmekten korkarak ovaladı omuzlarını.
“Şimdi omuzların ağrımaz senin. Huysuzluk etme hiç. Ne sırtın ağrır ne omuzun. Daha ‘Zamanın Yükü’ binmemiş omuzlarına. Daha dünya vurmamış seni soğuk kıyılarına. Ağrımaz, ağarsa da uyuyunca geçer yavrum. Uyuyunca geçmeyecek günlerin gelecek. Zaman ağırlaşacak gittikçe. Zıt yönlere koşacaksın; o seni tutmak için sen onu yakalamak için. Ben şimdi öperim geçer ağrın. ‘Zamanın Yükü’ binmemiş omuzlarına, hiç korkma geçer yavrum.”
“Nine , bu zamana söyleyelim, omuzlarıma binmesin. Oyun oynayınca yoruluyorum zaten, onu da taşıyamam ki. Peki ne zaman yükü biner omuzlarıma nine?”
“Ben gidince Timur.”
“O zaman hiç gitme nine?”
Boğazını yaktı ninesinin kelimeler acıyla gülümsedi:
“Gitmem Timur.” dedi.
Yağmur yine yağdı. Denizin karasına yerli yağmurlar yağdı, yabancılar ara ara yokladı.
Zaman yükünü bırakması gerekenleri aradı buldu. Ama kimseye sormadı. Talip misini bu yüke? Kimse evet demedi. Doğmak talip olmaktı bu yüke, ölmek teslim etmekti bu yükü.
Timur hiç anlamadı ne zaman yüklendiğini sadece bir bakmış ki bu yükle yaşamaya başlamış. Ninesi gitmiş. Tanımadığı anne babasının yükü de zamana eklenmiş.
İlk zamanlar kabullenmek istemedi. Ninesi gittiği için olmuştu bunlar ona göre. Sonra omuzlarının ağrısı hiç geçmedi.
Yabancı bir yağmur yağdığı gün ninesine gitti, toprağın verdiği kokuda ninesi vardı. Bu defa o ninesini kokladı. İçi eridi, yaktı onu. Bulutlara çıktı ve o da yağdı.
“Omuzlarımın ağrısı hiç geçmiyor nine. Oyun oynamayı bıraktığım için mi, sen gittiğin için mi? Koklamadığın için mi büyüdüm? Zamanla yarışıyorum, artık ağırlığın beni ezmesinden korkuyorum. Zaman niye yaşlanmıyor nine? Niye o hiç yorulmuyor. Emeklisi yok, tatili yok. Ağrılarım hiç geçmiyor. Zamanla yoldaş olduk nine. Büyüdüm ‘Zamanın Yükü’nü sırtlandım, ağrılarım hiç geçmiyor nine?”
Konuşmak iyi gelir insana Timur’da anlatınca rahatladı, yükü hafifledi, ağrıları geçti. Ninesi ona hep iyi gelirdi.
Yağmuru kokladı, zamanı yokladı, sayılı nefesini düşündü, kalbini yokladı.
Yabancı yağmurlar yağdı. “Uzaklar” hep gidilmek istenen yer olarak kaldı. Haritada belli bir yeri yok. Her insan farklı bir pusula.
Zaman yönünü hiç şaşırmadı. Yükünü bekleyenlere devretti. Ve en sessiz haliyle seslendi:
“Sıradaki…”
0 Yorumlar