NANA
Divanda bağdaş kurmuş nanamı[1]
izliyordum. Her zaman bayılarak yediğimiz Boşnak böreğinden yapıyordu. Kocaman
bir bidondan aldığı unu önce elekten geçirdi. Sonra eliyle şöyle bir
karıştırdı. Göz kararı yoğurt, tuz, su koyduktan sonra yumurtaları kırdı.
Peçkanın[2]
üzerinde tavada eriyen yağı da ekledi, yoğurmaya başladı. Bunu yaparken öyle
özenli davranıyordu ki dışarıdan gören biri onun çok önemli bir görevi yerine
getirdiğini sanabilirdi. İşini bitirdikten sonra ellerini leğene ovalarken bana
seslendi: “Kızçem, sofra bezini getir de örtelim, dinlensin hamur.”
Sofra bezini
çekmeceden alıp uzattım. Leğeni sarıp peçkanın yanına bıraktı. Saate baktı, net
göremeyince “Gözlerim eskisi gibi diil artık. Kaç olmuş evladım?” dedi.
“Üç buçuk nana,” dedim.
“Akşama taa yıl var yetişir börek anan gelmeden,”
dedi.
Kocaman bir tencereye yağ döktü, tezgahın
altından sepetten çıkardığı soğanları da içine doğradı. Dolaptan aldığı
ıspanakları bol suyla yıkadı, ayıkladı, pembeleşsin diye ateşe sürdüğü soğana
kattı. Karıştırırken yemenisi açıldı elinin tersiyle arkaya itti. Baktı yine
önüne düşüyor, bu sefer elini önlüğüne silip tepeden bağladı.
“Yardım edeyim mi nana?”
“Kıyamam sana iş yaptırmaa,” dedi. Derin bir
iç çekti. “Gerçi senin yaşındayken maykom[3]
beni her biişçağza koşardı. Yetişemezdi kadıncaz. Çok kalabalıktık. Fakirlik
var. Her şeylerini bırakıp gelmişler Türkiye’ye. Babomlar üç kardeşti. Burada
acomlarla[4]birlikte
üç hane aynı evde yaşardık. Her ailenin bir odası vardı. Herkes aynı yerde.”
“Sen de ben yaparım.”
“Şimdi ben hamuru
halkalar halinde aççam. Sende üzerlerine yağ sürcen. Anlaştık mı?”
“Anlaştık.”
Kocaman bir bez serdi. Sofrayı üzerine koydu.
Altımıza şilteler verdi. Karşılıklı oturduk. O hamurları koparıp koparıp
yuvarladı. Küçük halkalar haline getirip dört- beş tane açtı. Bende onları
yağladım. Beklemek için kenara dizdim. İş bitince bezin üzerinden sofrayı silip
kaldırdı.
“Maykom çok güzel yapardı Boşnak böreeni.
Sofraya oturduk mu beş dakka sonra boşalırdı tepsi. Sofrada sofra amma.
Kocaman. ”
“Nana yine anlatsana nasıl geldiniz Saray
Bosna’dan buraya?”
“Anlattım ya daa önce.”
“Olsun, sen yine anlat dinlerim ben.”
“Üç sistraydık[5].
Ben küçüktüm yedi-sekiz yaşında ya vardım ya yoktum. Babom[6]hatırı
sayılır biriydi. Ticaret yapardı. Kocaman bir konağımız vardı. Gelen giden hiç
eksik olmazdı. Hizmetliler hep koşuştururlar, sofralar kurar kaldırırlardı.
Boşnaklar ve Sırplar uzun seneler birlikte yaşadık, komşuluk ettik, alış veriş
yaptık. İyi geçindik. Kiliseden çıkanla, camiden çıkan aynı kahvede kahve içer,
sohbet ederdi. Kimse kimseye karışmazdı. Bayramlarımızı seyranlarımızı birlikte
kutlardık. Kim nasıl isterse öyle giyinir, öyle ibadet eder, öyle yaşardı
müdahale yoktu heç.”
Nana anlatırken bir yandan dinlenen hamurların
dördünü üst üste koydu. Yerdeki bez üzerinde kenarlarını çekiştirerek açtı.
İçine hazırladığı ıspanağı koyup yuvarladı. Sonra tepsinin içine doladı. “Ne
zamanki duyduk vurmuşlar bi prensi. Cihan harbi çıktı. Bidaaheçbi şey eskisi
gibi olmadı evladım. Günden güne yavaş yavaş baskılar zulümler arttı. Ama hep
hükümat yaptı. Asker yaptı. Komşu komşuya eziyet etmedi yine. Babom,
maykomusistralarımı toplayıp ‘Gitçez, Türkiye’ye’ dedi. Bi tren varmış
öğrenmiş. Maykoma ‘Yükte hafif pahada ağır ne varsa alcaz geri kalan her şeyi
bırakçaz. Kardeşlerimle istasyonda buluşaçaz. Kimseye haber vermicez, Goran ve
ailesinden başka kimseyle vedalaşmıcaz,’ diye tembihledi.” Böreği bitirince
üzerine yoğurtla yumurta karışımı sürdü peçkaya verdi, önüne oturdu.
“Maykocum gözü yaşlı apar topar yapılacaklara
sarıldı. Hepimize bi görev verdi. Kimseye bi şey söylemiycemize söz verdik.
Akşama kadar yanımızda götürcemiz üç boğça hazırdı. Akşam yemeğine babomla
birlikte komşumuz Goran, eşi Valeria ile çocukları Tijana, Sofya ve Srebryanka
geldiler. Nedenini sonra anladık. Meğerse kaçarken bize yardım etmek için
gelmişler. Babama kendileri teklif etmiş. Bizi trene kadar at arabalarıyla
götürdüler. Askerlerin kontrol noktasında durdurulduğumuzda GoranAco gezintiye
çıktığımızı söyledi. Ya evladım. Öyle komşularımız vardı. Kendilerini bizim
için tehlikeye attılar. Gavurdular, Sırptılar ama insandılar. Trene
bindiğimizde vagonlar hınca hınç doluydu. Bazı ayakta bazı yerde oturarak
binlerce insan kendini Türkiye’ye atmaya çalışıyordu. Vagonlarda dolaşıp acomları
bulduk.”
Nana önünde oturduğu peçkada pişen böreği
çevirdi yavaşça: “Tren hareket edince herkes rahat bi nefes aldı. Ama Edirne’ye
vardığımızda bizi geri göndereceklermiş diye bi söylenti yayıldı vagonlarda.
İri yarı bi adam çıktı ortaya. ‘Bizi geri göndermeyin, öldürün daha iyi diye
hep bi ağızdan bağralım,’ dedi. Bütün vagonlardan aynı anda çığlıklar yükseldi.
Nitekim bizi aldılar sınırdan içeri. Trenden inince toprağı öpen mi istersin,
kurtulduk diye sevinçten ağlayan mı? Oysa asıl çilemiz yeni başlıyormuş da
haberimiz yokmuş. Köklerden kopmak ölüm gibi bi şeymiş. Bak beni yine çok
eskilere götürdün. İnsanoğlu her şeye alışıyo. Öyle geldik işte kızçem.”
Nana, pişen böreği peçkadan çıkarınca odayı
ıspanaklı börek kokusu sardı. “Açsana lambayı eyce karanlık oldu bana, kocadık
artık,” dedi
Lambayı açtım.
2 Yorumlar
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil👏😍
YanıtlaSil