Şeylerin Efendisi
Yarım bırakılanı tamamlamaya kalkan ve tünelin ucunu göremeyeceğini anlayan herkesin yapacağı şeyi yaptı, kadın. Kapıyı çarptı ve dışarı çıktı. Taş avlusu da su tulumbası da yere batsındı. Kurumuş bir gül yaprağının neler anlattığını da önemsemiyordu. Bir gölge gibi bilinmeyenin izini sürmeye son verecekti. Adam, mezarın içine girdiğinde de oradaydı, terk edilmiş kondunun içindeyken de... Uzakta durmuş yanına gidememişti. Hiçbir zaman, içinde onun dünyasına girebileceğine dair bir umudu büyütmemişti zaten. Onun dünyasında kadın için ayrılmış bir yer yoktu. Bir an için yavaşladı, bakışlarını yerdeki otlara sabitledi. Onun adını ağzına almak istemiyordu.
Başlarda uzaktan uzağa izlerken onun için üzüldüğünü hissetmişti. Zaman geçtikçe ve onu tanıdıkça bir parça olsun hakkında fikir edinmeyi başardı. Kendisine onca işkenceyi yapan aslında adamın yine kendisiydi. Bunu anladığı zaman içindeki tüm yardım etme dürtüsüyle beraber samimiyeti ve merhametini de yanına alarak gitti, ona elini uzattı. İçten içe biliyordu, onun dünyasında kendisi için ayrılmış bir yer yoktu. Yine de herkes kendisinden beklenileni yaptı. Biri elini uzattı, öteki 3-5 saniyelik boş bakışlarının ardından orada kimse yokmuşçasına kafasını tekrar dizlerine dayadığı kollarına yasladı... O an adamın oturduğu duvarın dibine kadın da çöktü. Dizlerini karnına çekip elleriyle yüzünü kapatarak hüngür hüngür ağladı. Orada ne kadar kaldılar bilmiyordu, yalnızca adamın hiçbir insani dürtüsünün kalmadığını biliyordu. Bir hışım düştüğü yerden kalktı kadın:
“Ben seni tanıyorum! Seni hep izledim. Sokaklarda yürüyordun seni alıp götürmüşlerdi. Bir gün mezarlığa gitmiş ve mezarın içine girmiştin. Üzerini örtmesi için de bekçiyi tehdit etmiştin. Başka bir gün de o çığlık atan kadınların önüne seni atmışlardı da yalnızca kemiklerin kalıncaya kadar seni parçalamışlardı. Ve yine bir keresinde de odanda...” Cümlesini tamamlamak için duraklaması gerekti. “Kendini asıyordun...” diyebildi fısıldayarak. Tekrar kendini toparladı. Artık neredeyse bağırıyordu:“Neden böylesin sen? Neden kendine bunu yapıyorsun? Tek sorun sensin. Sorun senin kafanın içinde! Bırak, bırak da sana yardım edeyim. En azından denememe izin ver?” Adam bir süre tepkisiz kaldıktan sonra kafasını kaldırıp bakışlarını kadının yüzünde sabitledi. Gözlerinde parıltıya dair en ufak bir zerre yoktu. Tekrar kafasını eğdi ve dizlerinin üzerindeki kollarına yaslayarak hareketsiz kalışını sürdürdü. Sanki kadın orada değildi, sanki hiç gelmemiş, bağırmamış, delirmemişti.
Yarım bırakılanı tamamlamaya kalkan ve tünelin ucunu göremeyeceğini anlayan herkesin yapacağı şeyi yaptı, kadın. Kapıyı çarptı ve dışarı çıktı. Taş avlusu da su tulumbası da yere batsındı. Kurumuş bir gül yaprağının neler anlattığını da önemsemiyordu. Bir gölge gibi bilinmeyenin izini sürmeye son verecekti.
0 Yorumlar