ÂH
Hayat, başımı sokuşturup yaşayabileceğim payidar bir yer
değil belki de. Ama buradayım. Rabbim, beni burada görevlendirdi. İyiliği,
güzelliği, adaleti temsil etmemi istedi. “Eğer mü’minsen felah bulmuş
kimselerdensin.” dedi Rabbim bana. “Sen sabreder, tüm kötülüklerin karşısında
kalbini korur, insanlara iyiliği tavsiye eder, kötülüklerden sakındırır ve bana
olan sevginle ayakta durursun.” dedi. “Eğer sabredersen ben seninleyim.” dedi.
Peki nasıl olur da Rabbim’in bu dediklerine rağmen umudumu yitirebilirim? Nasıl
olur da Rabbim’in beni müjdelediklerini hafife alabilir, kötülüklere karşı
doğruluğumla değil de haklılığımla karşılık verebilirim? Ben Allah’ın beraber
olduğu kullarından değil miyim, o şerefe layık görmüyor muyum kendimi? Hem
O’ndan başka kimden korkabilir, kime sığınabilirim? Beni yalnızken de
görebilen, yalnızken de yanımda olabilen sadece Rabbim değil midir? Her
kusurumda, her nefsime yenildiğimde, her kötü işimin ardında beni affetmeyi
bekleyecek kadar; bana merhamet eden kim vardır O’ndan başka? Ben kendimi
bıraksam da beni bırakmayan, tüm dertleri ve sıkıntıları, bendeki sabır ve
şükür kapasitesini görmem için bana vesile eden Rabbim değil midir?
Her şeyi,
hepsini bir kenara koyalım, burası sonu olan dünya değil midir?
Nasıl ki uyuduğumuzda bir rüya görür ve biz hiç bitmeyecek
sansak da o rüyadan uyanırız,bu fani mekandan da uyanacağız. Bu rüyanın
uykumuzda gördüğümüz rüyadan farkına baktığımızda; burada etrafımızı ve
davranışlarımızı seçebiliyor olmamızdır. İrademiz doğrultusunda sürdürdüğümüz
bu hayata doğuyor, yaşıyor ve zamanımızı dolduruyoruz. Zamanın dolduğu o an
ölüm anıdır. İşte tam o an kapanır defterimiz. Yaşayarak yazdığımız o hikaye
bitmiştir. Kim istemez bir hikayede iyi kahraman olmayı? Kim istemez bir
hikayede sevilen, takdirve tasdik edilen olmayı?
Birçoğumuzne yazık ki varoluş sebebimiz uğrunda yaşamak için
büyütülmedik. Bizler yaşamayı ölene kadar hayatta, rahat kalma çabası olarak
bildik. Bu yüzdendir ki bu kadar zor geliyor bizlere teslimiyet. Geleceğimiz
hakkında hayal kurarken kimse kulağımıza ‘herşeyin Allah’ın kontrolünde
olduğunu’ fısıldamadı. Bizlerçoğu vakit geleceğimizi başkalarının ellerinde
sandık. Daima birilerine kendimizi kanıtlamak zorunda bırakıldık. Belki zordu
ama bu da bize verilen sınav kağıdıydı. Her insanın kapasitesi şartlarına göre
değişirken, bizler ne geçmiştekilerle aynı vaziyetlerden ne de şimdiki zamanda
aynı vaziyetlerle imtihan olamayız. Hem hayatın dengesi bozulmaz mı o vakit? Misalen
hepimiz açlıkla sınansak sınavı infak ederek kim kazanacak? Hepimiz hasta olsak
dünya nasıl süregelecek?Hepimiz inançsız olsak kim bizi imana davet edecek?
İşte o dengesiz, adaletsiz gördüğümüz hayat muazzam bir düzen içinde işliyor,
bizlerşikayet içinde kıvranırken. Bu hayatın düzenini Allah’ın kanunlarıyla
düzeltmekle görevli olan bizleriz. Hepimiz etrafımızda bulunan mahlukattan
sorumluyuz. İyiliği tavsiye edip, kötülükleri menetmekten sorumluyuz. Hepimiz
kendi sınavımız için çalışmalıyız. Şu gerçeği de unutmamalıyız ki hayat
sınavında kopya çekilmez. Çünkü ihlas üzere olup olmadığımızı bilecek bir
Rabbimiz var. Kalplerin sesini dahil işiten, orada bizim bile göremediğimiz
hastalıklarımızı bilen bir Rab.
2 Yorumlar
Hayatın hızlı akışına bir es verip okunacak ilaç gibi bir yazı...Kalemine sağlık mehtapcığım♥️
YanıtlaSilYüreğinize sağlık. Oldukça güzel bir dil kullanırsınız, konunu önemi ve etkileyiciliği ile paralel giden bir dil.
YanıtlaSil