SEN
EN İYİSİ KOY FANUSA KAÇMASIN
İsimlerin,
insanın kaderini ya da karakterini etkilediğine inanır mısınız? Doğduğumuz veyahut
ismimizin verildiği an, kimin isminin ya da kim tarafından verildiği… Biraz
düşünecek olsak beraberinde kafamızı kurcalayan birçok soru ardı ardına
sıralanacaktır. Adlarımız bizlere nasıl etki eder tam olarak bilemesem de
sanırım bazı isimlersahip olduğuhayatlara göre hassasiyet değiştirebiliyorlar.
Nida,
dokuz çocuklu bir ailenin ortanca olanlarından sadece bir tanesi. Onu görünce
insan ister istemez ismi ile kendisi arasında bir bağ kurmaya çalışıyor. Uzaktan
bakılınca henüz 22 yaşında küçücük bir kız çocuğu; fakat aslında iki çocuk
annesi gencecik bir kadın. Birde öyle ufak, öyle çelimsiz, öyle narin bir
görüntüsü var ki… Şehirden iki buçuk saat uzaklıkta, dağların eteklerinde bir
köyde tesadüfen kesişti yollarımız. Babası, annesi, kocası, kayınvalidesi,
kardeşleri, hatta minicik çocuklarının aksine ailenin en sessiz olanı Nida… Hani
hiç söz etmesen hiçbir şey anlatmayacak olanlardan. Konuşacak olsa karşısındaki
kişinin gözlerine dahi bakamayacak kadar utangaç bir tavrı; görseniz birde öyle
sakin, duru, insana huzur veren bir ifadeyesahip ki. Nida ve Kerem’in izdivacı
aslında bir akraba evliliği; öz amca çocukları... Evlerinin arası üçer adım,
birlikte büyümüşler, çocukluklarına ait anılar hep birlikte geçmiş. Ancak
gençliğe dair hatırlarında kalan tek şey mücadele ve boyun eğme. Hatırlarda
kalan diyorum, çünkü zoraki evlik içlerinde yeşerentazelik hissini de sükûnete
bürümüş. Birbirlerini çok iyi tanımaları
ve sevmeleri aile olmak için yeterli nitelikler mi işte orası apayrı bir
muamma.Nidan’ın babası, kız çocuklarının okuma taraftarı değil, hatta bu
konudan bahsederken kullandığı cümleler tavrını öyle net ifade ediyor ki.Nida
dışında yedi kızı daha var ve hepsini altı yaşında ilkokula başlatmış. Bir an
önce bitirsinler okulu diyor ilerisinde gözümüz yok diye de devam ediyor. Onu
dinledikçe; çocuğu öğretmen, doktor, mühendis ne bileyim hiçbir şey olamasın
diye dua edecek ebeveyn varmış diye geçiriyorum içimden. Kız çocuğunu gözü
açılmadan evereceksin diye devam ediyor anlatmaya, öyle herhangi bir nesneden söz
eder gibi. Bilginin ve okumanın kişileri dik kafalı kıldığından bahsediyor.
Yani demek istiyor ki öğrenmek, gelişmek, eğitilmek insanlara boyun eğmeye engel
yaratıyor. Nefes aldığı her anıkitaplara adamış ben öylece şaşkınlıkla
dinliyorum. O yedi kızdan sadece birinesözünü geçirememiş ve oda aileden maddi
manevi epey uzaklaştırılmış. Üstelik tek suçu okumak istemiş olması. Nidanın
gözlerine birazcık bakma fırsatı yakalansa sanki eksik bütün parçalar yerine
oturacakmış gibilakin ne mümkün. Yinede buğulu gözlerinin görünen kısacık
diliminden; hapsedilerek büyütüldükleri, saklandıkları, korkutuldukları,
itildiklerinasıl belli oluyor bir bilseniz.
Nida ortaokul terk, zaten müteakiben aradan geçen yıllar kendi yuvasını
kurması yolunda. Şahsına ait hayatının farkında bile değil. Sanki birileri onu bir
yerden alıp başka bir yere koyuyor gibi sistematik işleyen düzen içinde.
Yaşamında onun yaşıtlarının aksine, ellerinden hiç atmadıkları sosyal medya
siteleri, makyajmalzemeleri, şaşalıhikâyeler hiçbiri mevcut değil. İnanır
mısınız televizyonlarında birkaç haber kanalı dışında tek bir kanal dahi bulunmuyor.
Yakınında kayınvalidesi ve annesi dışında gidebileceği kimsesi yok. Zaten
gitmesine gerek kalınamayacak kadar bitişik yaşanıyor hayatları. Kurallar onun
için belli. Yemek yapmak, ev işleri, çocuklar, ahırda bekleyen hayvanlar derken
gün onun için göz açıp kapanacak sürekadar kısa geçiyor. Verilecek kararlar
sırasında en sonlarda. Bu yüzden düşünmeyi ve hayal etmeyi bile yasaklamış
kendine. Her tarafı sınırlarla çevrili ne kaçış ihtimali var nede gidecek bir
yeri. Sanki yaşamı ismiyle çakışmış da tam tersi olmuş gibi sessiz sedasız
sürüp gidiyor.
Bir
insan hayattan ne kadar kısıtlanabilir? Ne kadar mahrum bırakılabilir? Biri
çıkıp geçse karşına; ömür dediğimiz çizgi senin için nasıl olmalıydı? Diye.
Acaba kendimize ait cevaplar mı verirdik yoksa içine hapsedildiğimiz fanuslara
göre mi? Ömür, önümüzü kesen nidalara muhalif “sen en iyisi koy fanusa
kaçmasın” der gibi. İnsanın kendi kendini dinlemesi, hayaller kurması, özü ile
baş başa kalması var oluşunun en masum hakkı değil midir? Kimileri bırakın kendi
yazgılarının yazanı olmayı, kalemi bir defa tutanolmaktan bile yoksun
bırakılıyorlar.
0 Yorumlar