Birçoğumuz biliyoruz kapıyı kimin çaldığını. Hangi postadan haberi olmaz insanın bu dijital çığırda? Bu sebepten ayrılığa oldukça hazırız bütün inkarımıza rağmen. İnkarı ikrar bekleyen ayrılığı durduk yere ateşe verip yok etmiyor, farkındayız. O haber çoktan geldi ve girdi kapağı paslanmış posta kutusuna. O haber "bir şeyler oldu" dediğin anda geldi. O haber ilk kuşkuda revan oldu yola. O haber ilk tereddütte indi zemheriyle birlikte. Bu hep böyle oldu. Ayrılıklar hep bir yerden renk verdi, hem de sarı, sapsarı... Biz sadece bunu yorganlar, minderler altına bastırır gibi kendimizden gizlemeye çalıştık durduk. Bu yüzden yüklükte üst üste duran bütün yorgan ve minderlerin hep bir yüzü sarardı.
. ..
Kendimize itiraf edemediğimiz bu menem hissin kalbimizde rengini belli etmeye olan istikrarı bizi çoktan o ayrılığa ikna etti. Hazırdık. Böyle olacağını biliyorduk. Ödümüz kopuyordu ama yol ayrımının kaçınılmazlığına çoktan teslim olmuştuk. Bu hep böyle oldu. Herhangi bir ayrılık kendimize kurduğumuz konfor alanının yıkılması demekti. Bizi seven nüfustan bir kişi eksilmesi demekti. Bir kişi az sevilmekti yani. Hiç sevmeyiz bir kişi eksik sevilmeyi.
. ..
Bana kalırsa ayrılık iğde ağacına benziyor ve bir yazar "Biz bu iğde ağacını tasvire takat getiremeyiz."diyor. Ne kadar zorsa iğde ağacının tasviri, ayrılık da o kadar işte.
Ayrılık iğde ağacıdır. İğde ağacı ayrılık. Hiç sevmem iğde ağacını. Ayrılığın rengi sırf bu yüzden sarıdır belki de...
. ..
O haber çoktan geldi. Herhangi bir ayrılığın haberi... kaç gündür bekliyor? 138 gündür sırt çeviriyorum o paslı kutuya. Nerden baksam acizim, korkuyorum bir posta kutusundan. Gün sarı, posta kutusundaki pas sarı, kutudaki zarf sarı, mazruf sarı, benzim yüz otuz sekiz gündür sarı.
0 Yorumlar