Suçluyu
Yanlış Yerde Arama Sevdası
Hayat… Hepimizle bir
alıp veremediği var. Bizim alacaklarımızı borçlu çıkarmak için elinden geleni
yapıyor. Gözlerini kan bürümüş bir yırtıcı gibi hayallerimizi parçalamaya devam
ediyor. Acımasızlığıyla nam salan bir firavun gibi kırbaçlamaya devam ediyor
gün be gün. Bacaklarımızı kırıyor önce, hedeflerimize koşamamamız için.
Yollarımıza dikenli çalılar döşüyor. Ayaklarımız kanıyor attığımız her adımda.
Bu yolda bazısı düşüyor dizleri parçalanıyor, bazısı ise çektiği acıya rağmen
sürünerek de olsa yoluna devam etmeyi göze alıyor. Sonra tutunamayalım diye
ellerimizi alıyor bizden. Güçlü olamamamız için etlerimizi lime lime ediyor
sanki. En son da gözlerimizi kör ediyor ışığa teslim olmamamız adına. Karanlığa
hapsolmak ona mahkum olmak demek çünkü. Bize olan kızgınlığını içinde
susturamıyor. Yaptığı hiçbir şey ona yetmiyor. Aç gözlülük hastalığına tutulmuş
ve amansız kalmış vaziyette. Artık doktorlar yapılabilecek hiçbir şey
olmadığını söylüyor. O ise memnun halinden, kabullenip uyum sağlamış bu duruma.
Hırslarının kurbanı olan bir bedbahta dönüştüğününse asla farkında değil. Belki
de bu yüzden sesimiz çıkmasın diye ağzımıza kepenkler indirmeye devam ediyor.
Çığlıklarımızı kimse duymuyor artık. Herkes sağır, herkes kör, herkes sus pus…
Diller lal olmuş, sesler yabancı…Sorgulamıyor kimse, anlamak için çabalamıyor
artık. Yozlaşmış akıllarının ardına sığınıyor artık tüm bir insanlık. Elimizden
hiçbir şey gelmediğinden hayata kızmaya devam ediyoruz biz de. Suçlayacak
birilerini arıyoruz her gün. Bulamadığımızda da her zamanki gibi hayatı günah
keçisi ilan ediyoruz. Bize yaptığı haksızlıklara isyan ediyoruz. Ama sesimizi
kimse duymuyor, hayat bize kulaklarını tıkamaya devam ediyor.
Uçsuz
bucaksız bir dehlizde yapayalnız kalıyoruz en nihayetinde. Yalnızlıklarımızı
zırh niyetine üstümüze giyip çığlıklarımızı içimize içimize haykırmaya devam
ediyoruz. Gün be gün içimizde büyüttüğümüz öfkemiz yeni kurbanlar aramaya
başlıyor kendine. İşte bu anda düzene isyan etmeye başlıyoruz. Justitia’ya
sesleniyoruz burdan, Themis’i ortak ediyoruz derdimize. Adaletin nişanelerine
yalvarıyoruz, bir yudum adalete muhtaç ama bir o kadar da çaresiz olduğumuzu
anlatıyoruz onlara. İnsanların farklılıklarına gözlerimizi kapatıp eşit
dağıtacağımıza adaleti haksızlıklara gözlerimizi kapatıyoruz. Güçlünün güçsüzü
yendiği, haksızın haklının üstüne çıktığı bir dünya ehli olmaya başlıyoruz.
Terazinin kefesi parayı kim daha çok verirse kim daha güçlüyse onun lehine
hareket ediyor artık. Kimse emeğinin karşılığını alamıyor. Pire için yorgan
yakılıyor bu devirde, kurunun yanında yaş yanıyor. Kimse hak ettiği değeri
göremiyor. Değersizleşiyoruz zamanla… Cevherden kömür parçasına doğru bir
yolculuk başlıyor. Herkes adalet diye haykırıyor, hayatı bahane ediyor ama
herkesin çığlıkları kendi içinde yankılanıyor. Sesimizi duyuramıyoruz, sesimizi
duymuyoruz. Kör ettiğimiz gözlerimizle, ağzımıza indirdiğimiz kepenklerle kendi
kuyumuzu kendimiz kazıyoruz. Kendimizi anlatamayınca da vicdanlarımızı
rahatlatmak adına vicdan mahkememizde hayatı yargılıyoruz. Hükmü verip tüm
faturayı ona kesiyoruz. Kendimize biçtiğimiz bu duruma kılıflar uyduruyoruz.
“Çaresizdim, korkaktım, güçsüzdüm, fakirdim” diyoruz. Kendi elimizle
adaleti yozlaşmaya terk ediyoruz. Zaman akıp gidiyor, her gün bir diğerinin
aynısı… Akreple yelkovan kovalamaca oynamaktan yorulmuş halde. Tarihin tozlu
raflarında kaybolmaya yüz tutmuş olan adaleti artık kimse aramıyor. Bir
zamanlar en azından sadece bir kadın ismi halinde varlığını koruyan adalet
kadın ismi olarak bile unutulmaya yüz tutmuş durumda. İnsanların tercih
listelerinde ilk binde dahi yer alamıyor.Biz bir dünya insancık, suçluyu yanlış
yerde arama sevdasına tutulmuşuz. Bu sevda uğruna kendimizden vazgeçmeyi göze
alıyoruz. El ele vermek yerine birbirimizden kaçıyoruz. Kaybediyoruz fark
etmeden, kayboluyoruz. İşte bu yüzden bahanelerimizin altında kazdığımız kendi
mezarlarımızda cehalet uykusuna çekiliyoruz. Susuyoruz, sustukça yok oluyoruz
0 Yorumlar