KIRILMIŞ KANAT-ELİFE DELİKTAŞ

 



KIRILMIŞ KANAT

Özgürlük kelime olarak bile iyi hissettirir insana. Özgürlük yelken açmaktır. Hani şöyle derler ya “ tüm suçlu kuşlar hakim bey, onlar koyuyor insanın aklına özgürlüğü.” İşte böyle bir şey aslında. Uçmak gibi… Ama bir yandan da korkarız. Özgürlüğü her şeyden çok isterken korkarız işte. Kafese kapatılmış bir kuşun kapısını açıp artık özgürsün dendiğinde o kuş kafesin etrafında kanat çırpar, sevinir belki ama çok değil kısa süre sonra hemen kafesine dönmek ister. Tek seferde fazla özgürlük onları ürkütür. Tanımadıkları bir çevreyle karşılaşmaları onları korkutur. Tir tir titretir. Koşullanmışlardır bir kere. En güvenli yerleri doğayken bir kafese hapis onlar için en güvenli yer oluvermiştir. Oysa göğe salınmış, kafesleri hiç tanımayan kuşlar öyle midir? Birdenbire değil  doğduklarından bu yana ebeveynleri tarafından cesaretlendirilirler uçmaya, özgürlüğe.

Philippe J. Dubois Kuşların felsefesi kitabında şöyle der: Hepimiz göçmen kuşların mavi göklerine gıptayla bakmaz mıyız? Çok uzun zaman, çıktıkları yüksekliklere ulaşmaktan aciz, başımız havada kuşları seyrettik. Kendimizi bu kadar üstün görürken onlarla bu alanda aşık atamamak biraz küçük düşürücü. İnsan, bu yer değiştirme özgürlüğüne kavuşmasını sağlayacak bu yetiyi hep kıskanmıştır. Kendi özgürlüğümüzü idrak etmekte güçlük çektiğimiz gibi başkalarının özgürlüğünü kabul etmek de bize zor gelir. Zamane çocuklarının kuluçka dönemi yavru kuşlarınkinden daha uzun sürüyor. Kuş ebeveynler yavruları inisiyatif alsın diye bırakır, kendi başlarına uçmaya cesaretlendirir. 21.yy’de  sokaklarda koşturan, oynayan neredeyse hiç çocuk göremiyoruz. Başlarına bir şey gelir diye onları sürekli kontrol altında tutuyoruz.

Onların kanat çırpmasına müsaade etmiyoruz. Yanlış da olsa doğru da olsa uç demiyoruz. Ne olursa olsun uç. Kanat çırp yaşamaya diyemiyoruz. Hep belki kanadı kırılır, bir daha hiç uçamaz ihtimaline sığınıp aslında farkına varmadan biz kanatlarını kırıyoruz. Onların iyiliği için olduğunu düşünerek. Oysa ardında ailesinin olduğunu bildikten sonra yanlış da olsa o çocuk yine uçardı. Şimdi ihtimallerin ardına hapsedip o çocuğun iyi olmasını bekliyoruz. Niye engellenir ki uçmak isteyen? Sen uçmuyorsun yere çakıldın diye o da mı uçmamalı? Uçunca geri gelmeyeceği hissine  mi kapılıyorsun? Çok daha iyi olarak dönmesi ihtimali dönmemesi ihtimaline yeniliyor işte. O çocuk özgürüm diye illa kaçıp gitmez. Civcivler ve yavru güvenciler tamamen özgür bırakıldıklarında annelerinden çok fazla uzaklaşmazlar. Havalar kötüleştiğinde ya da bir tehlike algıladıklarında hemen oraya sığınırlar. Kuşlar gibi özgür kalınca dönmemek üzere gitmezler. Sığınacakları bir yerleri olduğunu bilmeleri yeter dönmeleri için.

Uçmak nedir, özgürlük nedir bilmez bir nesil geliyor böylece. Dizi hiç kanamamış, hata yapmasına müsaade edilmemiş bir yığın. Dağlarda koşmamış, çiçekleri koklamamış, bisiklete binmemiş kısaca yaşamamış bir çocuk/çocukluk. Özgürüz hani ya! Başkalarının kalıpları içinde özgürüz! Bu ne kadar özgürlükse. Kafeslere vurulmuşuz. Alışmışız orada yaşamaya. Tek yer orası sanmışız nefes alınan. Sonra salsan, kapağını açsan kaç yazar. Uyuşmuşuz bir kere. Unutmuşuz uçmayı. Korkmuşuz. Gerçek özgürlüğü tatmadan ölmüşüz belki de.


 

Yorum Gönder

0 Yorumlar