Mümkün
Olan En Gerçek Öykü
Kadınsız bir çarşamba akşamı osuruk ve ucuz esrar
kokan bir barda buzsuz Scotch’unu yudumlarken aksak bir kara kedi kakasını
toprağa bırakmış ve üzerini örtmemişti. Kıvırcık sakallarını sıvazladı, kara ve
aksak kedi dönüp kıçını yaladı. O an yüzü karanlık barın derinliklerinde bir
kadının yüzüne değdi. Aralarında üç masa ve bir düzine insan vardı oysa...!
Zihninden Bukowski’nin Mavi Kuş şiirinden bir dize geçti. Dilini şaklattı. Ağzında
buruk bir tat olsa da karşısındaki güzel kadını hayalinde çırılçıplak
canlandırmaya çalıştı. Beceremedi. Şaşırdı. Sırtını döndü, umursamamak en
iyisiydi. Biliyordu ki insan anlayamadığı şeyden kaçmalıydı.
Kutlu, sahnesine ara verip yanına geldi ve
tokalaştılar. Üç masa ve bir düzine insan ardında oturmakta olan güzel kadın,
Kutlu’nun işaret parmağının ucunda yeniden ışıldadı. Arkadaşının refakatinde
kadının yanına gitti. Güzel kadın elini uzattı. Sonsuz gibi gelen bir an
boyunca askıda kalan parmakları izledi adam; sonra tuttu o parmakları dudaklarına
götürüp öptü. Dudaklar ki o ten üzerinde kifayetsiz bir an boyunca durdu. Mavi
bir kuş kanat çırptı unutulmuş bir masal kitabının sayfaları arasında.
Gece evine arkadaşı Kutlu tarafından davet edilen
güzel kızın huzursuzluğu kapladı içini. Barın ağır havasından bunalmıştı.
Dışarıda beklemeye karar verdi. Yüksel Caddesi’nin kalabalığı arasında bir
ağacın altına attı kendini; birasından koca bir yudum aldı. Önceden sardığı
esrardan derin bir soluk çekti. Saati yoktu, bu sebepten zaman onun dışında
ilerlemekteydi. Ne kadar süre orada oturmakta olduğunu yanındaki boşalmış bira
şişelerinden hesap etmeye çalıştı. Tam o
an da başını kaldırdı, birbirini sıkıca kavramış iki el gördü. Güzel kadınla
göz göze geldiği anda iki el eş zamanla terk etti birbirini. Yalnızca bir saat
evvelinde tanımış olduğu kadının gözlerindeki mahcubiyet ve suçluluğun
ferahlığını hissetti içinde.
Sakarya’da ucuz bir barda Kutlu ve güzel kadın yan
yana oturdular. Muhteşem, kadınsızlığını yanına alıp tam karşılarına çöktü.
Dışında kaldığı bir öykünün kapağını izler gibi izledi onları. İçindeki
huzursuzluk an be an büyümekteydi. İki dilin birbirine değdiği anda dünyanın
bütün nefretleri yüreğinden parmak uçlarına aktı. Avucunda parçalanan viski bardağının sesi,
insan uğultuları ve gürültülü müzikte kaybolmuştu; cam kırıklarının eti kesip
akıttığı kana kimse şahit olmamıştı. Kanayan elini cebine sokup lavaboya koştu.
Eli cebinde, midesinde ne varsa kustu ve bütün gece elini cebinden hiç
çıkarmadı. Elindeki kesik görülmesin diye değil hesap ödememek için yaptı bunu.
İki odalı evde yatak olan tek oda Kutlu ve güzel
kadına bırakılmıştı. Odanın kapısı kapanmadan önce kadın döndü ve Muhteşem’e
baktı, gözleriyle özürlerini sundu; Kutlu salyalarını elinin tersiyle silerken
dünyanın en çirkin gülümsemesini salonun orta yerine bıraktı.
Mide bulantısı ve kalp ritmindeki ani artışla
kanepeye yığılıp kalan Muhteşem, nefes almakta zorlanıyordu. Odaya kulak kesti.
Ses yok(!) Hiç ses yok(!) Hiç kimse bu kadar sessiz sevişemez diye geçirdi
içinden. Umudun o ince güçsüz dalına tutundu ve istem dışı gülümsedi. Kanepenin
altındaki zulayı patlattı. Tek sarımlıkÇinçin işi ucuz esrar için, Gökçen Zorcu’nun şiirinden mısralar karaladığı kâğıdı zıbın yaptı. “Üfle ruhumun yelkenlerine/ey!denizlerin
görkemli tanrısı/beni iz tutmayan yolların/güneşli köpüklerine savur” Hazırladığı
cigarasından derin bir soluk aldı. Kıçını kaşıdı, yine basuru azmıştı.
Ayakyoluna gitmesi gerekiyordu ama şu an kulağı odadan gelecek en ufak sese
dikkat kesmişti. Birden odanın kapısı açıldı ve Kutlu dışarı çıktı. Muhteşem’e
hiçbir şey olmadığını kendi cümleleriyle aktardı. “Karı vermedi andam! Ne oldu anlamadım.” İki arkadaş salondaki çift
kişilik koltukları paylaştılar.
Saat sekizde uğursuz bir tarla kuşunun sesiyle
gözlerini araladı.Yerde bağdaş kurmuş güzel kadın elinde tuttuğu fincanı
uzatıyordu. Yüzündeki o muhteşem gülümsemenin sıcaklığı o kadar gerçek dışıydı
ki hala rüyada olduğunu düşündü. Yerinde doğruldu. Kıçındaki kaşıntıya karşı
koydu, bu güzel varlığın karşısında kıçını kaşımak istemiyordu. Fincanauzandı;
kahveden yudumlarken gözlerini kadından ayırmadı. ‘Sahi kadın mı yoksa kız mıydı?’ Bekâretin resmi duvarı olan kızlık
zarını yırtan koca bir penisin hayali gözünün önüne geldi. Düşüncelerinin
müstehcenliğinden utanmak alışık olduğu bir şey değildi. Aşk denilen yapışkan duygunun ağına
takıldığını biliyordu ama kabullenemiyordu. Oysa çoktan arkadaşının emdiği dile,
okşadığı bacaklara talipti. Âşıktı. Öncesinde ne olduğunun bir önemi
kalmamıştı. Bütün dünya erkekleriyle yatmış olsa dahi o kadını istiyordu. Bu
anlık düşünceler geldiği hızla kayboldu birden. Hayatı boyunca önemsediği
ahlaki ne kadar değer varsa omuzlarına bindi. Kendini çok yorgun hissetti.
Erdemin ateşten çemberinden geçtiğini duyumsadı. Arkadaşını çiğneyip geçemezdi.
O’na dokunan başka bir erkek olsaydı, umursamaz aşkını o an oracıkta itiraf
ederdi. İçinden Kutlu’yu hiç tanımamış olmayı diledi. Mavi bir kuşu avuçları
arasında canı çıkana kadar sıktı… Ceketini aldı, avucundaki hayali kuşun
cesedini güzel kadının avuçlarına bıraktı. Evden çıktı. Sanki hayatın ona
biçtiği rolden kurtulmanın bir mümkünü varmışçasına Demet’in meraklı esnafının
önünden metroya doğru yürüdü. Pantolonun sağ cebi kahverengi kan lekesiydi.
Avucundaki yara yeniden kanıyordu.
Nesrin elindeki kanı istem dışı kuş desenli
kıyafetine sildi. Fark ettiğinde ise çok geçti. Deri montunu aldı ve sokağa
çıktı. Kaldırımdan fırlayan kara ve aksak bir kedi ödünü kopardı. Kedilerden
oldu olası nefret ederdi. Kara kedi kıçını yaladı. Nesrin içinde büyüyen
tiksintiyi geceden kalan alkolün de etkisiyle dışarı kustu. Demet esnafı yarım
saat önce sokaktan geçen tuhaf adamla, Nesrin’in dâhil olduğu bir öykü tezgâhladı.
Hem de ne tezgâh, mümkün olan en gerçek öyküydü bu.
0 Yorumlar