MÜMKÜN OLAN EN GERÇEK ÖYKÜ/MURAT TAŞCI

 

Mümkün Olan En Gerçek Öykü

Kadınsız bir çarşamba akşamı osuruk ve ucuz esrar kokan bir barda buzsuz Scotch’unu yudumlarken aksak bir kara kedi kakasını toprağa bırakmış ve üzerini örtmemişti. Kıvırcık sakallarını sıvazladı, kara ve aksak kedi dönüp kıçını yaladı. O an yüzü karanlık barın derinliklerinde bir kadının yüzüne değdi. Aralarında üç masa ve bir düzine insan vardı oysa...! Zihninden Bukowski’nin Mavi Kuş şiirinden bir dize geçti. Dilini şaklattı. Ağzında buruk bir tat olsa da karşısındaki güzel kadını hayalinde çırılçıplak canlandırmaya çalıştı. Beceremedi. Şaşırdı. Sırtını döndü, umursamamak en iyisiydi. Biliyordu ki insan anlayamadığı şeyden kaçmalıydı.

Kutlu, sahnesine ara verip yanına geldi ve tokalaştılar. Üç masa ve bir düzine insan ardında oturmakta olan güzel kadın, Kutlu’nun işaret parmağının ucunda yeniden ışıldadı. Arkadaşının refakatinde kadının yanına gitti. Güzel kadın elini uzattı. Sonsuz gibi gelen bir an boyunca askıda kalan parmakları izledi adam; sonra tuttu o parmakları dudaklarına götürüp öptü. Dudaklar ki o ten üzerinde kifayetsiz bir an boyunca durdu. Mavi bir kuş kanat çırptı unutulmuş bir masal kitabının sayfaları arasında.

Gece evine arkadaşı Kutlu tarafından davet edilen güzel kızın huzursuzluğu kapladı içini. Barın ağır havasından bunalmıştı. Dışarıda beklemeye karar verdi. Yüksel Caddesi’nin kalabalığı arasında bir ağacın altına attı kendini; birasından koca bir yudum aldı. Önceden sardığı esrardan derin bir soluk çekti. Saati yoktu, bu sebepten zaman onun dışında ilerlemekteydi. Ne kadar süre orada oturmakta olduğunu yanındaki boşalmış bira şişelerinden hesap etmeye çalıştı.  Tam o an da başını kaldırdı, birbirini sıkıca kavramış iki el gördü. Güzel kadınla göz göze geldiği anda iki el eş zamanla terk etti birbirini. Yalnızca bir saat evvelinde tanımış olduğu kadının gözlerindeki mahcubiyet ve suçluluğun ferahlığını hissetti içinde.

Sakarya’da ucuz bir barda Kutlu ve güzel kadın yan yana oturdular. Muhteşem, kadınsızlığını yanına alıp tam karşılarına çöktü. Dışında kaldığı bir öykünün kapağını izler gibi izledi onları. İçindeki huzursuzluk an be an büyümekteydi. İki dilin birbirine değdiği anda dünyanın bütün nefretleri yüreğinden parmak uçlarına aktı.  Avucunda parçalanan viski bardağının sesi, insan uğultuları ve gürültülü müzikte kaybolmuştu; cam kırıklarının eti kesip akıttığı kana kimse şahit olmamıştı. Kanayan elini cebine sokup lavaboya koştu. Eli cebinde, midesinde ne varsa kustu ve bütün gece elini cebinden hiç çıkarmadı. Elindeki kesik görülmesin diye değil hesap ödememek için yaptı bunu.

İki odalı evde yatak olan tek oda Kutlu ve güzel kadına bırakılmıştı. Odanın kapısı kapanmadan önce kadın döndü ve Muhteşem’e baktı, gözleriyle özürlerini sundu; Kutlu salyalarını elinin tersiyle silerken dünyanın en çirkin gülümsemesini salonun orta yerine bıraktı.

Mide bulantısı ve kalp ritmindeki ani artışla kanepeye yığılıp kalan Muhteşem, nefes almakta zorlanıyordu. Odaya kulak kesti. Ses yok(!) Hiç ses yok(!) Hiç kimse bu kadar sessiz sevişemez diye geçirdi içinden. Umudun o ince güçsüz dalına tutundu ve istem dışı gülümsedi. Kanepenin altındaki zulayı patlattı. Tek sarımlıkÇinçin işi ucuz esrar için, Gökçen Zorcu’nun şiirinden mısralar karaladığı kâğıdı zıbın yaptı. “Üfle ruhumun yelkenlerine/ey!denizlerin görkemli tanrısı/beni iz tutmayan yolların/güneşli köpüklerine savur” Hazırladığı cigarasından derin bir soluk aldı. Kıçını kaşıdı, yine basuru azmıştı. Ayakyoluna gitmesi gerekiyordu ama şu an kulağı odadan gelecek en ufak sese dikkat kesmişti. Birden odanın kapısı açıldı ve Kutlu dışarı çıktı. Muhteşem’e hiçbir şey olmadığını kendi cümleleriyle aktardı. “Karı vermedi andam! Ne oldu anlamadım.” İki arkadaş salondaki çift kişilik koltukları paylaştılar.

Saat sekizde uğursuz bir tarla kuşunun sesiyle gözlerini araladı.Yerde bağdaş kurmuş güzel kadın elinde tuttuğu fincanı uzatıyordu. Yüzündeki o muhteşem gülümsemenin sıcaklığı o kadar gerçek dışıydı ki hala rüyada olduğunu düşündü. Yerinde doğruldu. Kıçındaki kaşıntıya karşı koydu, bu güzel varlığın karşısında kıçını kaşımak istemiyordu. Fincanauzandı; kahveden yudumlarken gözlerini kadından ayırmadı. ‘Sahi kadın mı yoksa kız mıydı?’ Bekâretin resmi duvarı olan kızlık zarını yırtan koca bir penisin hayali gözünün önüne geldi. Düşüncelerinin müstehcenliğinden utanmak alışık olduğu bir şey değildi.  Aşk denilen yapışkan duygunun ağına takıldığını biliyordu ama kabullenemiyordu. Oysa çoktan arkadaşının emdiği dile, okşadığı bacaklara talipti. Âşıktı. Öncesinde ne olduğunun bir önemi kalmamıştı. Bütün dünya erkekleriyle yatmış olsa dahi o kadını istiyordu. Bu anlık düşünceler geldiği hızla kayboldu birden. Hayatı boyunca önemsediği ahlaki ne kadar değer varsa omuzlarına bindi. Kendini çok yorgun hissetti. Erdemin ateşten çemberinden geçtiğini duyumsadı. Arkadaşını çiğneyip geçemezdi. O’na dokunan başka bir erkek olsaydı, umursamaz aşkını o an oracıkta itiraf ederdi. İçinden Kutlu’yu hiç tanımamış olmayı diledi. Mavi bir kuşu avuçları arasında canı çıkana kadar sıktı… Ceketini aldı, avucundaki hayali kuşun cesedini güzel kadının avuçlarına bıraktı. Evden çıktı. Sanki hayatın ona biçtiği rolden kurtulmanın bir mümkünü varmışçasına Demet’in meraklı esnafının önünden metroya doğru yürüdü. Pantolonun sağ cebi kahverengi kan lekesiydi. Avucundaki yara yeniden kanıyordu.

Nesrin elindeki kanı istem dışı kuş desenli kıyafetine sildi. Fark ettiğinde ise çok geçti. Deri montunu aldı ve sokağa çıktı. Kaldırımdan fırlayan kara ve aksak bir kedi ödünü kopardı. Kedilerden oldu olası nefret ederdi. Kara kedi kıçını yaladı. Nesrin içinde büyüyen tiksintiyi geceden kalan alkolün de etkisiyle dışarı kustu. Demet esnafı yarım saat önce sokaktan geçen tuhaf adamla, Nesrin’in dâhil olduğu bir öykü tezgâhladı. Hem de ne tezgâh, mümkün olan en gerçek öyküydü bu.


Yorum Gönder

0 Yorumlar