SİYAHIN OYUNU
Son
verilen yaşamlar, karanlık hayatlar, yıkılan umutlar, buz tutan göz yaşları ve
daha niceleri... Hayatınızda ne kadarına sahip oldunuz? Bunların tamamına ya da en azından birine
sahip oldunuz değil mi? O, bunların hepsine sahip olmuştu . En kötüsü de
bunların hepsini kendisi yapmıştı ya da yaptırmışlardı ona. Belki de o hep öyle
zannetmişti.
Bunu
kim bilebilirdi ki? O, son verilen yaşamından geriye sadece bir rengi dahil
etti. Siyah…
Önceleri
adını bile bilmediği ,duymadığı o acımasız duyguyla aynı tarife uyan tek renk…Çünkü
hayat ona başka seçenek sunmamıştı. Duyduklarını
aklına kazıyarak ona verilen kaderi değiştirdi ya da değiştirdiğini zannetti.
“ Ne kadar korumaya çalışırsan o kadar
inciteceksin ne kadar sahip olmak istersen o kadar kaybedeceksin!
Eğer
bir şeyi kazanmak istiyorsan, bir şeyden vazgeçmelisin. Ancak o zaman hedefine
ulaşabilirsin .
Sen kazanmak için kaybetmelisin .”
O
da öyle yaptı. Bu hayatta kaybettiğini sandığı her şeyden galip olarak ayrıldı.
Nefessiz kaldığı her bir toprak altında, daha da acımasızlaştı. Kör noktalarını
kimse bilmedi, bilemedi . Şimdi sır gibi saklanan geçmişi, kendisinin bile ummadığı
bir biçimde ortaya çıkacaktı. Lakin bu sefer oyunu kuran başkasıydı. O, bu
oyunun piyonu olmuştu. Oyun için kural
basitti. Her oyuncu,kendi rakibini mat
etmek için ince eliyip sık dokuyarak
hamlesini yapardı. Ancak zaman kısıtlıydı. Oyuncu kısıtlı zamanında yaptığı
her hamleyle sona bir adım daha yaklaşırdı. Ancak her oyunda olduğu gibi bu
oyunda da yaptığınız her hamlenin bir bedeli vardı.
Ve bu bedel…
Hayatınızın ta kendisiydi.
0 Yorumlar